İsyan Günlerinde Aşk - Ahmet Altan
Aldatanlar aldatmakla yetinmezler; onlar, ihanete uğrayandan bunun için üzülmemesini, kahırlanmamasını, dertlenmemesini, sevdiğinin bir başkasıyla yaşadığı hazzın üstüne kendi acılarının gölgesinin vurmasına izin vermemesini de isteyecek kadar bencilleşirler. İhanetin yarattığı ve hem aldatanın hem aldatılanın hayatına yayılan kederli gölgeyi, isterler ki aldatılan temizlesin, aldatanı vicdan azabından, suçluluktan, bir başkasını haksız yere üzmüş olmanın utancından kurtarsın; bunu elde edebilmek için aldattıklarının önünde alçalmayı, kendilerine acındırmayı, gülünç şaklabanlıklarla bir gülücük koparmaya uğraşmayı mubah sayarlar ama ne yaparlarsa yapsınlar bu armağanı aldattıklarından alamazlar; aldatılan, elinde kalan son silahı asla kendini aldatana gönül rızasıyla teslim etmez. Ragıp Bey de, şehrin bir isyanla sarsıldığı o akşam, akıbeti meçhul bir yolculuğa çıkarken, istediği armağanı alabilmek için farkına varmadan kendisini acındırmaya uğraştı; eğer yaptığı şeyin farkına varabilseydi bunu asla yapmazdı ama o anda, kendi kederiyle soğumuş kadının bir tebessümüne, yarı karanlık odada tek başına Kuran okuyan yalnız kadının kendisine bağışlayacağı bir vicdan rahatlığına öylesine muhtaçtı ki kendisine hâkim olamadı. "Bir çatışma kaçınılmaz gözüküyor, gidip de dönmemek var, hakkınızı helal edin." Hatice Hanım''ın verdiği cevabı hiçbir zaman unutmadı: "Benim sizde bir hakkım yok."
İtiraflar İlkçağ Hıristiyanlığının en büyük düşünürü sayılan Saint-Augustinus (354-430), Yunan felsefesinin Platoncu geleneği ile Hıristiyanlık öğretisini kaynaştırmaya çalışmıştır. Spekülatif ve mistik eğilimlerin ağır bastığı eserlerinde işlediği en temel sorun Tanrı ve mutluluk sorunudur. Katolik öğretiyle ilgili...
“Sevgili Açelya bu kitabıyla içeriden bir sesle bizi kadının fabrika ayarları ile tanıştırıyor. Tüm insanlar için güzel mesajlarını cömertçe serpiştirdiği bu güzel metin; kadın, erkek tüm okurlara kendini daha doğru tanıma için yeni yollar öneriyor.”
Kitabın ismi veya kapağı dikkatini çekti ve arka kapak yazısını okumak istedin.
Burayı özlü sözlerle doldurmak istemedim, onun yerine senden bir ricam olacak. Kitabın başından üç dört sayfa okumanı rica ediyorum.
Bu kitaptaki hikâye, kabullenmesi çok zor olsa da maalesef gerçek bir hikâye.
Unutma, insanın kaderi gayretine bağlıdır, belki bu üç sayfa okuma gayreti senin de geleceğine ışık tutacaktır…
"Hep başkalarınca üzerime vazife görülmeyen işlerle uğraşırken buldum kendimi. 'Sen mi kurtaracaksın?' diye dalga geçenler de oluyor, 'Sana mı kaldı?' diyenler de. Ben de, 'Evet bana kaldı,' diyorum. En azından pek çok insan gibi ikiyüzlü değilim. Doğrularımın peşinden koşuyorum. İçim rahat."
Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor.
Kan Varsa her biri okuru kendi korku dolu dünyasına çeken dört uzun öyküden oluşuyor. Holly’nin ilk yalnız macerasının dışında Bay Harrigan’ın Telefonu, Chuck’ın Hayatı ve Sıçan öyküleri uykularınızı kaçıracak.
Tahttan indirilişinin üzerinden bir asırdan uzun bir zaman geçmiş olan II. Abdülhamid’in yaşamının en ilginç evresi Livaneli’nin çağdaş anlatısıyla gün yüzüne çıkıyor. Devrik padişahın, ihtilalci fikirlerin filizlendiği Selanik şehrindeki günleri hem bir vicdan muhasebesi hem de yoğun bir psikolojik gelgit dalgası.
Kar, Almanya’dan Kars’a doğru yola çıkan sürgün bir köşe yazarı ve şairin yaşadıklarını ele alıyor. Kitap, başkahramanı olan Kerim Alakuşoğlu’nun Erzurum’dan Kars’a yaptığı otobüs yolculuğu ile başlıyor.
Seni yanıma, tüm dünyayı karşıma almak istiyorum.
Hava soğuktu, rüzgâr acımasız. Burası bir kar küresiydi, biz de içindeki figürler. Gün gelecekti, birileri bu kar küresini eline alıp sallayacaktı. Kar yağıyor sanacaktık oysa altüst olacaktık...
Karlı bir ormanın tam ortasında tanıdım seni. Orman acımasızdı. Orman ıssızdı. Orman soğuktu. Sen ise bir kar tanesi gibi eşsizdin.
Bir kar tanesi gibi erimeye mahkûmdun Eylül… Günler geçti, kış dindi… Güneş açtı, orman ısındı. Ve sen kar tanesi… Günün birinde milyonlarca kar tanesi gibi eridin… ve ben seni kurtaramadım.
Roman, bireyin kimlik sorununu ele almasının yanında batı ve doğu arasında kalan İstanbul’un ve doğal olarak Türkiye’nin de kimlik sorununa değinmektedir.
Genç yazar Beyza Alkoç tarafından kaleme alınan “Karantina” isimli bu roman, gençler arasında şu sıralar oldukça revaçta. Yazarın genç yaşına rağmen gösterdiği bu performans büyük takdir toplarken, gençleri sürükleyici bir maceraya davet ediyor.
Maceraya kaldığınız yerden devam etmeye hazır mısınız? Öyleyse Karantina serisinin ikinci kitabı olan Karantina İkinci Perde tam size göre! Romanın içinde yer alan karakterler ve onlar arasındaki arkadaşlık bağları, sizi eski zamanlara götürüp arkadaşlarınızı hatırlamanızı sağlayacak. Kitabın olay örgüsü ve her sayfasındaki adrenalin dolu kurgusu sayesinde onu hemen bitirip serinin devamına geçmek isteyeceksiniz. Gelin, çok beklenen ve seveceğinizi düşündüğümüz bu romanın içeriğinden kısaca bahsedelim.
Yıl 1944… İkinci Dünya Savaşı sınırlarımıza kadar dayanmıştır. Hitler faşizminin tüm Avrupa’yı ateşe attığı günler… Türkiye bu savaşa dâhil olmamak için dirense de etkileri tüm ülkede hissedilecektir. Ekmek, şeker, yakacak gibi temel ihtiyaç maddeleri karneye bağlanmış, dışarıdan gelebilecek ani baskınları önlemek amacıyla geceleri her yerde karartma uygulaması başlamıştır. Ülkenin aydınlarına da baskı uygulanan bir dönemdir bu aynı zamanda.
Anne ve babası boşanan on bir yaşındaki Isabella her hafta farklı bir hayata geçmek zorunda. Annesi ile babası arasında bölünmüş olmak onun için sadece ev değiştirmek, farklı takma isimler kullanmak değil aynı zamanda kimliğini değiştirmek demek.
Bu hayatta her şeyin bir bedeli vardı. Büyük sevdaların bedeli büyük acılardı, büyük hırsların bedeli büyük kayıplardı, büyük umutların bedeli yalnızlık dolu uzun yıllardı.
Elif Şafak her zaman olduğu gibi yaralarımıza sevginin ve edebiyatın merhemini sürerken, bu kez de Kıbrıs’ın kederli tarihi, eşsiz doğası ve enfes mutfağını, neşesini asla kaybetmeyen Akdeniz insanının şefkatiyle buluşturuyor.
"Sait Faik Adalı Abasıyanık'ı tanımakla yeni bir ada keşfetmiş kadar sevinebilirsiniz, Adalı'nın adası bir dünyadan büyüktür, içinde her şey var. Gorki'nin Rus edebiyatına yaptığı hizmeti, Adalı Türk edebiyatına yapacak.
Fakir fukaralar anafordan futbol maçına girer gibi Sait Faik'le beraber kitaplarımıza girdiler, yuria!
Artık cevaplanması gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?...
Berlin’de cinayetler işleyen bir seri katil… Cinayet mahalline Zeus’tan, Poseidon’dan, Kranos’tan, Uranos’tan izler bırakıyor ve Pergamon antik kentini anımsatıyor. Her biri muamma olan cinayetlerin şifreleri Pergamon’un dehlizlerinde, karanlık sokaklarında, çürümüş ahşabında ve erimiş mermerinde gizli…
Kusurlu bir sikke elden ele, keseden keseye geçerek bütün Roma’yı nasıl dolaşır?
Hikâyeyi hikâyeye, yolu yolcuya, rüyayı rüyete, yedi kişiyi erdemli bir köpeğe nasıl bağlar?
Gölgelerin mağarasına dönen haberci her defasında niye taşlanır?
Kehribar Geçidi, MS 300’lü yıllarda İmparator Diocletianus Roma’sında bu sorulara cevap arıyor.
Kim bilir belki kavuşmaktır aşkın felaketi, belki de mesafeler belirler tutkunun niceliğini. Sevmek esasında alıp başını gitmek ve yanında hiçbir şey götürememektir belki de. Belki de tükettiklerimizden artakalanlardır kim bilir..
Konya yerine Kenya uçağına binip Hanya'yı Konya'yı görenlerin..."Şu binanın girişi nereden?" diye sorduğu kişinin "Yandan" demesi üzerine dayanamayıp "Amaaan yandann altmış, yetmişş" diye göbek atanların...