“Bir adam kralın kapısını çalmış ve ona demiş ki, Bana bir tekne ver.”
Bilinmeyen adaların kalmadığına inanılan bir dönemde bilinmeyen ada arama cesaretine sahip bir adamla böyle bir cesareti görüp hayatını değiştirebileceğine inanan bir kadının büyük usta Saramago’nun eşsiz anlatısında edebiyat tarihine geçen yolculukları böyle başlar. Emrah İmre’nin Portekizceden çevirisi ve Birol Bayram’ın desenleriyle okurun minör başyapıtlarından olacaktır Bilinmeyen Adanın Öyküsü.
“Ne çalıyordu anımsamıyorum, ağır, hüzünlü bir şarkıydı. Kokusunu, saçının sıcağını yanağımda duydum. Elimi beline koyarak ince ipeğin üzerinden belinin çukuruna hafifçe dokundum. Elini omzuma bıraktı. Kollarımda tutuyordum onu, yavaşça dönüyorduk. Onu kucakladığım bütün yaşları, yaşanmış, kaybolmuş güzel günlerimizi bir an yeniden anımsadım. Başım dönüyordu. Bir daha doğmuştum. Bu hüzün ülkesinde ilk adımlarımı atıyor ve düşmekten korkmuyordum.”
Günün birinde bir oyuncakçı dükkânının önünde gördüğü çıngıraklı bir deveye hayran kalan Latif, o kocaman, şirin deveye sahip olmanın hayalini kurar ve dükkânın önünde ayrılmaz olur.
Seçimler tamamlanıp oylar sayılmaya başlayınca, tüm idari yetkilileri şaşırtacak bir manzara ortaya çıkıyor. Başkentteki oy pusulalarının yüzde 70’inin tamamen boş olduğunu gören yetkililer, bu durumu hemen hükümete bildiriyor.
Dönemin liberal demokrasi anlayışına bir eleştiri mahiyetinde kaleme alınan roman, insanların gittikçe bencilleşip olaylar karşısında duyarsızlaşmasını bir körlük metaforu etrafında işliyor.