Allah’a güven, çünkü O seni senden iyi bilir ve hep yanındadır.
BU KİTABI OKUDUĞUNDA GERÇEKTEN NEYE İHTİYACIN OLDUĞUNUFARK
EDECEKSİN.
Niçin Allah’a güvenmelisin?
Çünkü O, seni senden çok daha iyi tanıyor.
"İnsanların taş üzerine yazdıkları yüzyıllık yazılar, Allah için su üstüne yazılmış yazı gibidir."
Amerika'da doğan, orada İslam'la tanışan ve halen orada yaşayan, çeşitli Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde psikolojik danışmanlık dalında akademisyenlik yapan Muhyiddin Şekûr Su Üstüne Yazı Yazmak'ta tasavvufa giriş öyküsünü anlatıyor. Şekûr, bu serüveni tasavvufla karşılamasından başlatıp şeyhinin rehberliğinde eriştiği dervişliğe ve ötesine kadar götürüyor. Şeyhinden aldığı "ders"lerle hayatın her anına dalga dalga yayılan ve hepsi birer hikmete işaret eden, kendisine sunulan lütufları ve bu yolda geçirdiği dönüşümü dile getiriyor. Bölümler arasında ilerledikçe, okur da günlük hayatın içinde insana yapılan ilahi çağrıya tanık oluyor.
Kur’an, insanları dönüştürebilecek bir rehberdir.
İnsanlar birbirini muhafazakâr, liberal, dindar ya da ilerici gibi etiketlerle tanımlar. Oysa Kur’an şöyle der: ‘Onlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden ibarettir.’ (Necm, 23) Kalpler yalnızca Allah’ın elindedir. Eğer Allah’ın kelamına kulak verilirse, dönüşüm gerçekleşir. Kalbin dönüşümü hiçbir insanın kontrolünde değildir. Bizim görevimiz, Allah’ın kelamını hiçbir yargı, önyargı ya da kısıtlama olmadan paylaşmaktır. Bundan sonrası, insanların kalpleriyle Allah arasındadır. Ancak o zaman takva kalpte hayat bulur.”
7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu gerçekleştiğinde istisnasız bütün kesimlerin zihinleri allak bullak oldu. “Durup dururken” ne olmuştu da HAMAS İsrail’e saldırmıştı? Bu soru, hem İsrail’in 76 yıllık işgal tarihinden hem de Filistin hiç hesaba katılmaksızın kurulmakta olan yeni bölgesel düzenden habersizliğin bir ürünüydü.
İnsan, muhabbet duymadığı bir meseleyi anlamakta zorluk çeker. Bir hakikate karşı kalbinde sevgi bulunmadıkça onun kapılarını kolay kolay açamaz. Muhabbet duymadığımız bir hakikati aklımıza almakta zorlanacağımız gibi onu kalbimize de yeterince yerleştiremeyiz. Tecrübeyle sabittir ki öğrenci, dersin öğretmenini sevdiğinde o dersi daha iyi anlamaya başlar.
Yazar bu eseriyle, klasik tasavvuf görüşünü modern psikoloji çalışmalarıyla birlikte değerlendirmiş, günümüz dünyası için etkileyici bir çalışma ortaya koymuştur. Gerek psikoloji mesleğinin gerekse tasavvufun bilgi ve deneyimini kullanarak insanı gözlemlemiş ve tanımlamaya çalışmıştır. Tahlil ve yaklaşımları takdire şayandır.
Bazı eleştirmenler, "Leopar"ın yalnız İtalyan değil, dünya edebiyatının bir başyapıtı, 20. yüzyılın en önemli romanlarından biri olduğunu ileri sürer. Roman, Sicilya'da Bourbon Krallığının çöküş yıllarında soylu bir ailenin, özellikle de ailenin reisi Prens Fabrizio Salina'nın yaşamöyküsünü anlatır.
Petersburglu üç general, yumuşacık koltuklara oturmuş, bir yandan sohbet etmekte, bir yandan da şampanyalarını yudumlamaktadırlar. Dostoyevski’nin deyişiyle: ‘güzel ülkemizin değerli çocuklarının’ kalkınma hareketlerine giriştikleri yıllardır.
Yol, Jack London’ın henüz on sekiz yaşındayken giriştiği çılgınca serüvenin anlatısıdır. Dünyayı keşfetme fikrinin büyüsüne kapılan genç London, işini bırakıp trenlerle binlerce kilometre kat ederek Kuzey Amerika coğrafyasını dolaşır.
Neden Bu Kadar Akıllıyım? Alman filozof Friedrich Nietzsche’nin otobiyografik nitelikte kurguladığı Ecce Homo’dan bir kesittir. Nietzsche’nin Ekim 1888’den buhran geçirdiği Aralık 1889’a dek üzerinde çalıştığı bu metin, filozofun kendisiyle ve eserlerine konu olan düşünce biçimiyle hesaplaşmasına dayanır. Bu kitapta yer verdiğimiz “Neden Bu Kadar Akıllıyım?”, “Neden Bu Kadar Bilgeyim?” ve “Neden Bu Kadar İyi Kitaplar Yazıyorum?” başlıkları, bir soru olmanın ötesinde, Nietzsche’nin kendini prototip insan olarak sunduğu eserinin belkemiğini oluşturur. Hıristiyanlık ve değer kavramlarının sorgulandığı; ahlak, özgür irade, Tanrı gibi anlam alanı sabitlenmiş kavramların tartışmaya açıldığı Neden Bu Kadar Akıllıyım?, Nietzsche’nin zihinsel yetilerini yitirmeden önce giriştiği son hesaplaşmadır.
35x50cm
Osmanlı hat geleneğinin zarafetini ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yüce vasıflarını bir araya getiren bu eşsiz Hilye-i Şerif, asırlardır İslam sanatının en değerli ifadelerinden biri olmuştur.
Osmanlı hat geleneğinin zarafetini ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yüce vasıflarını bir araya getiren bu eşsiz Hilye-i Şerif, asırlardır İslam sanatının en değerli ifadelerinden biri olmuştur.
“Onunla bir çöp bidonunun başında tanıştım; çekingen, utangaçtı. Aç olduğu her halinden belliydi, yine de çöpü karıştırıp karıştırmamakta kararsızdı. … Kapkara gözlerinin feri sönmüş, omuzları çökmüş, dudakları çatlamıştı. Çöpten bulup çıkardığım ilk yiyeceği ona uzattım; tereddüt etti, gözleri doldu, boğazı düğümlendi. … Verdiğim mısır ekmeğinden ısırırken onu adeta incitmemeye çalışıyordu, belli ki ‘nan’ın kıymetini biliyordu, ‘nankör’ değildi yani. Birkaç parça daha yiyecek tutuşturdum eline; ilk defa gülümsedi, bembeyaz dişleri yüzünü aydınlattı. Birbirimizin dilini konuşamıyorduk, ancak iyiliğin evrensel diliyle anlaşmak zor değildi.”
“Kendinizi duygusal karmaşadan kurtarmak ve gerçekte kim olduğunuzu keşfetmek için ilham verici bir rehber. ” —Deepak Chopra
NEDEN ACININ BAŞLAMASI VE BİTMESİ DÜŞÜNCE BİÇİMİNİZDE YATAR?
O, on üç yıldır hayatımızın bir parçası. ‘Bana bir kaldıraç verin dünyayı yerinden oynatayım’ misali, on üç yıldır kapitalizmin güdümündeki tıbbın, ilaç ve gıda endüstrisinin yozlaştırdığı, deforme ettiği anlayışla savaşıyor. On üç yıldır, yanlış bilgilerle zehirlenenlere Panzehir oluyor.
Her yaşanan bir travma değildir. Her sıkıntıya bir anlam yüklemenin gereği de yok.
Bazen iyi bazen kötü olursun .
Bazen en iyi terapi boş vermektir.
Bazen de yalnızca geçmişe gülümsemek...
Başına gelen her olayı ciddiye almaktan yaşamın neşesini kaçırma.
“Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah’a dönün.” (Tahrim Suresi, 8)
İmam-ı Gazâlî’nin en büyük eseri olan İhyâu Ulûmi’d-Din, Müslümanlar için her dönem ilk akla gelen başvuru kaynağı olmuş ve bu esere büyük güven duyulmuştur. Yüzyıllar boyunca Müslümanların ellerinden düşmeyen ve kitaplıklarında baş köşede duran bu rehber nitelikli büyük eseri şimdi yepyeni bir formatla sizlere sunuyoruz. Eserin içinde yer alan konuların her biri, orijinal anlatımı asla bozulmadan, akıcı ve duru bir dil kullanılarak çevirisi yapıldı ve başlı başına birer kitap haline getirildi.
İnsandaki hiçbir duygu “Olmasaydı daha iyi olurdu.” şeklinde nitelendirilemez. Bunu,insanın bedeninde hiçbir organın boşuna verilmemiş olmasına benzetebiliriz.Duyguların hepsi çeşitli faydalara hizmet eder ve bize muhtelif hakikatlerden haberverir.
Bir fotoğraf sadece anılarınızı saklamaz, ruhunuzu da
iyileştirebilir.
Bazı fotoğraflara bakınca içimizi huzur kaplar, bazıları ise derin bir melankoliye sürükler bizi.
Peki ya fotoğrafların yalnızca anılarımızı değil, duygularımızı ve hatta bedenimizi de dönüştürme
gücü olduğunu söylesek?
Bu kitap senin için.
Yazdığım her bir cümlede, her satırda kalbinin derinliklerine dokunmak istedim.
İstedim ki yalnız olmadığını bil; acını hafifletecek bir teselli olabilirim sana…
Yaşadıklarını, hissettiklerini ve belki de en çok ihtiyaç duyduğun şey olan anlayışı, tüm
kalbimle, senin için yazdım.
Kalbindeki yaralarının, sende bıraktığı derin izlerin ve her bir gözyaşının ardındaki
hikâyeleri biliyorum.
Nereden mi? Kendimden…
Kılıç Yarası Gibi - Ahmet Altan
Ne gariptir ki, imparatorluğun çöküşünün ilk izlerini görmesi, ihtiyarlığı andırır endişeli bir sıkıntıyı ilk hissedişi de Sultan''ın dönüşüne rast geliyordu, belki de eski karısı geri gelmese imparatorluğun çöküntüsünü bu kadar çabuk görmeyecekti. Sabaha kadar, uzun gecelik entarisiyle konağın içinde dolaşmış, biraz serinleyebilmek için bahçeye çıkmış ve acının da çeşit çeşit olduğunu keşfetmişti; terk edilmekle özlemek başka başka acılar yaratıyordu. Kaybetmenin acısıyla kavuşamamanın acısı birbirine benzemiyordu; karısı kendisini terk ettiğinde onu bir daha göremeyecek olmanın kederine, kırılan gururunun ve kendisini alaycı bakışlarla süzen gözlerin yarattığı aşağılanmışlık duygusu da karışmıştı. Şimdi özlerken ise ıstırap çırılçıplak ve katışıksızdı, bu nedenle de daha sarsıcı; tek tesellisi bunun ilk acı kadar uzun sürmeyeceğini bilmekti. "Eğer seversen, hissediyorsun," demişti Osman''a, bunu öyle bir söylemişti ki, Osman anlamıştı ne demek istediğini; gerçek bir sevginin hiç bitmediğini, hiç ölmediğini, azalsa da hiç yok olmadığını Osman bu tuhaf, bu manasız cümleden öğrenmişti. Aynı acıyı babasından bir miras gibi tevarüs eden Hikmet Bey ise, ölmeden önce, hatıratına, biraz da edip arkadaşlarının etkisiyle daha edebi yazmıştı bu konudaki duygusunu: "Hakiki aşk kılıç yarası gibidir, yara kapansa da izi mutlaka kalır."
İsyan Günlerinde Aşk - Ahmet Altan
Aldatanlar aldatmakla yetinmezler; onlar, ihanete uğrayandan bunun için üzülmemesini, kahırlanmamasını, dertlenmemesini, sevdiğinin bir başkasıyla yaşadığı hazzın üstüne kendi acılarının gölgesinin vurmasına izin vermemesini de isteyecek kadar bencilleşirler. İhanetin yarattığı ve hem aldatanın hem aldatılanın hayatına yayılan kederli gölgeyi, isterler ki aldatılan temizlesin, aldatanı vicdan azabından, suçluluktan, bir başkasını haksız yere üzmüş olmanın utancından kurtarsın; bunu elde edebilmek için aldattıklarının önünde alçalmayı, kendilerine acındırmayı, gülünç şaklabanlıklarla bir gülücük koparmaya uğraşmayı mubah sayarlar ama ne yaparlarsa yapsınlar bu armağanı aldattıklarından alamazlar; aldatılan, elinde kalan son silahı asla kendini aldatana gönül rızasıyla teslim etmez. Ragıp Bey de, şehrin bir isyanla sarsıldığı o akşam, akıbeti meçhul bir yolculuğa çıkarken, istediği armağanı alabilmek için farkına varmadan kendisini acındırmaya uğraştı; eğer yaptığı şeyin farkına varabilseydi bunu asla yapmazdı ama o anda, kendi kederiyle soğumuş kadının bir tebessümüne, yarı karanlık odada tek başına Kuran okuyan yalnız kadının kendisine bağışlayacağı bir vicdan rahatlığına öylesine muhtaçtı ki kendisine hâkim olamadı. "Bir çatışma kaçınılmaz gözüküyor, gidip de dönmemek var, hakkınızı helal edin." Hatice Hanım''ın verdiği cevabı hiçbir zaman unutmadı: "Benim sizde bir hakkım yok."
“Acı kızgın bir boğa gibidir. Onu küçük bir yere kapatırsanız iyice vahşileşir ve kaçmaya çalışır. Ama açık bir alana koyduğunuzda sakinleşir. Farkındalık, acı için duygusal bir açık alan yaratır.”
“Neşelen.” “Bu kadar abartma.” “Kendin için üzülmeyi bırak.” “Her şeyi berbat etme.”
Tedirgin, üzgün, öfkeli ya da yalnız hissettiğinizde kafanızın içinde bu eleştirel sesleri duyuyor musunuz? Kendinize karşı yargılayıcı olmak yerine zorlu duyguları kabul etseydiniz hayatınız hangi noktada olurdu, hiç düşündünüz mü?
Günümüzde öyle aileler var ki, sağlıklı doğan, 1-2 yaşına kadar sağlıklı gelişen, onlara agucuk yapan, gülen bebekleri yüzlerine bakmaz, onlarla iletişim kurmaz oluyor. Diğer çocuklarla oynamıyor, diğer çocuklar gibi davranmıyor. Otizm teşhisi konuyor. Aile kahroluyor.
Başımı kaldırıp benimle hiç ilgisi olmayan bir sahneye bakar gibi bakıyorum olup bitene. Odam toplanıyor, otuz sekiz yıllık yığın ayıklanıyor. Bağ bozumu. Ekim de değil ki!
Safahat Akif`i Akif yapan ahlakıdır. Akif ahlaklı bir ahlakçıdır. Safahat`ı da Safahat yapan O`nun bu ahlakçı çehresidir. Safahat`ta şiirleri okurken zihninizde, çevresine sürekli bu perspektiften bakan, tenkid eden, hiddetlenen, isyan eden tok sesli bir şair imgesi düşer....
Tefekkür Düşünmenin Fazileti Bir anlık/saatlik tefekkür, doğrusu bir yıllık nafile ibadetten üstündür.(Hadis-i Şerif) Kaldı ki Yüce Rabbimizin Kitabında; tefekkür, düşünme, ibret alma, dikkatli ve titiz olarak incelemeyle ilgili olarak çok teşviklerde bulunulmuş ve buna ilişkin hükümler...
Allah, imanı yarattığında iman O'na: 'Yüce Allah'ım! Beni güçlendir.' demiştir. Allah da onu güzel ahlâk ve cömertlikle güçlendirir. Yine Allah, küfrü yarattığında küfür O'na: 'Yüce Allah'ım! Beni güçlendir.' demiştir. Allah da onu kötü ahlâk ve cimrilikle güçlendirir.
Neden hep aynı insanları celladım olarak seçiyorum?
Neden hep aynı tuzaklara düşüyorum?
Kendimi neden yetersiz hissediyorum?
İlişkilerimde neden hep aynı yerden yaralanıyorum?
Başarılarımın altında bile neden bir eksiklik duygusu taşıyorum?
Ömrünün son senelerinde yazdığı bu risalede Gazâli, gençlik çağından beri hakikati nasıl araştırdığını, taklidî akîdelerden kurtulup “yakîn” hâsıl etmek için ne yolda çalıştığını açıklamakta ve bedihî bilgilerden bile şüpheye düşecek derecede bu uğurda titizlik ve ifrat gösterdiğini anlatmaktadır.